Hayat mücadelesiyle uğraşıp duruyoruz hepimiz. Bir yandan yaşadığınız şehrin sorunları, Diğer yandan sorumlu olduğunuz konu başlıkları. Bunların hepsinin altından kalkamamakİnsanı, insan gibi düşünmekten uzaklaştırır oluyor.
Şu güzel ramazan ayının bile keyfini çıkaramayan birçok aile yaşarken bu Müslüman ülkede, iftar saatlerin de televizyon reklamlarında ki masa başında gülümseyen aileler maalesef masal ve reklamlarda olduğunu bile bile İftar sofrasında oturup ezanı beklemek çok zor oluyor.
Hayat bu ama çok fazla yapabilecek şeyiniz yok. Çok fazla olmadığı gibi, elimizde olan şeyleri de yapmayınca durum daha da vahim bir konum almakta. Her geçen gün kötüye giden bir toplum, her geçen gün kötüye giden ülkeler, her geçen gün kötüye giden bir doğa, her geçen gün kötüye giden bir dünya.
Bu kötüye gidenler için kendinize sordunuz mu: Ben üzerime düşen hangi konuyu doğru yapabilmek için uğraşıyorum?
Eğer bunun yanıtını sormuyorum olarak veriyorsanız üzülmeyin, birçok kişi de sormuyordur.
Sormadıkları için de Pablo Neru’nun dediği gibi gelecek yavaş, yavaş ölenlerden olacaklar. Adamın biri bir çocuğa bir elma vermiş. Çocuk çok sevinmiş.Bir elma daha vermiş. Çocuk daha çok sevinmiş.Bir elma daha verince çocuk sevinçten deliye dönmüş.Ve bir elma daha verince, çocuk dört elmayı elinde zaptedememiş, sonuncusunu düşürmüş yere...Bu sefer ağlamaya başlamış çocuk.
Hayat böyledir işte...Devamlı istiyoruz, istiyoruz… Nereye gittiğimizi düşünmeden istiyoruz.Sonun da isteklerimizin bizleri nereye götüreceğini düşünmeden, hesap etmeden istiyoruz. İsteklerimiz yerine geldikçe de daha fazla istiyoruz. Sadece hayatımız da alım gücümüzün arttığına dikkatinizi çekti mi? İleride ki nesil için çok korkunç bir hayat hazırlanıyor, düşüncesizce yetiştirilen gelecekte.
Çok şeyden şikâyet eden biri olmamız da iyi bir şey değil, olumsuzluklara rağmen yapmamız gerekenlerin ne olduğunu bilip de sessiz kalmamızdır. Bakın ne anlatacağım size çok fazla şikâyet eden biri varmış:
Her gün hayatinin ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına. Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı.
Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı. Kızına dönerek sordu: - Ne görüyorsun?- "Patates, yumurta ve kahve" diye alaylı bir cevap verdi kızı. - "Daha yakından bak bir de" dedi baba, "patatese dokun."
Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi. - "Aynı şekilde, yumurtayı da incele".
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü. En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:
-"Bütün bunlar ne anlama geliyor baba? " Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farlı farklı tepkiler vermişlerdi.
Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurta sertleşmiş katılaşmıştı.
Ancak kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı. "Sen hangisisin" diye sordu kızına. "Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?" "Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? " "Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın? ""Yoksa Kahve çekirdekleri gibi, basına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?
İşte böyle sevgili okurlar."Keyifler değildir yaşamı değerli yapan. Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan".Mutlu kalmanız dileğiyle…
Şu güzel ramazan ayının bile keyfini çıkaramayan birçok aile yaşarken bu Müslüman ülkede, iftar saatlerin de televizyon reklamlarında ki masa başında gülümseyen aileler maalesef masal ve reklamlarda olduğunu bile bile İftar sofrasında oturup ezanı beklemek çok zor oluyor.
Hayat bu ama çok fazla yapabilecek şeyiniz yok. Çok fazla olmadığı gibi, elimizde olan şeyleri de yapmayınca durum daha da vahim bir konum almakta. Her geçen gün kötüye giden bir toplum, her geçen gün kötüye giden ülkeler, her geçen gün kötüye giden bir doğa, her geçen gün kötüye giden bir dünya.
Bu kötüye gidenler için kendinize sordunuz mu: Ben üzerime düşen hangi konuyu doğru yapabilmek için uğraşıyorum?
Eğer bunun yanıtını sormuyorum olarak veriyorsanız üzülmeyin, birçok kişi de sormuyordur.
Sormadıkları için de Pablo Neru’nun dediği gibi gelecek yavaş, yavaş ölenlerden olacaklar. Adamın biri bir çocuğa bir elma vermiş. Çocuk çok sevinmiş.Bir elma daha vermiş. Çocuk daha çok sevinmiş.Bir elma daha verince çocuk sevinçten deliye dönmüş.Ve bir elma daha verince, çocuk dört elmayı elinde zaptedememiş, sonuncusunu düşürmüş yere...Bu sefer ağlamaya başlamış çocuk.
Hayat böyledir işte...Devamlı istiyoruz, istiyoruz… Nereye gittiğimizi düşünmeden istiyoruz.Sonun da isteklerimizin bizleri nereye götüreceğini düşünmeden, hesap etmeden istiyoruz. İsteklerimiz yerine geldikçe de daha fazla istiyoruz. Sadece hayatımız da alım gücümüzün arttığına dikkatinizi çekti mi? İleride ki nesil için çok korkunç bir hayat hazırlanıyor, düşüncesizce yetiştirilen gelecekte.
Çok şeyden şikâyet eden biri olmamız da iyi bir şey değil, olumsuzluklara rağmen yapmamız gerekenlerin ne olduğunu bilip de sessiz kalmamızdır. Bakın ne anlatacağım size çok fazla şikâyet eden biri varmış:
Her gün hayatinin ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına. Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı.
Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı. Kızına dönerek sordu: - Ne görüyorsun?- "Patates, yumurta ve kahve" diye alaylı bir cevap verdi kızı. - "Daha yakından bak bir de" dedi baba, "patatese dokun."
Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi. - "Aynı şekilde, yumurtayı da incele".
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü. En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:
-"Bütün bunlar ne anlama geliyor baba? " Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farlı farklı tepkiler vermişlerdi.
Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurta sertleşmiş katılaşmıştı.
Ancak kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı. "Sen hangisisin" diye sordu kızına. "Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?" "Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? " "Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın? ""Yoksa Kahve çekirdekleri gibi, basına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?
İşte böyle sevgili okurlar."Keyifler değildir yaşamı değerli yapan. Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan".Mutlu kalmanız dileğiyle…